Derler ki; çok uzun zamanlar önce, kuşlar diyarında Simurg diye bir kuş yaşarmış. En heybetlisiymiş Simurg kuşların. En güçlüsüymüş. En yüksek dağda yaşar, en büyük avların peşinden gidermiş. Aslanlara kafa tutar, kurtları korkuturmuş…

Bütün kuşlar hayranıymış Simurg’un. Simurg ise bir tanesinin. Dişi bir şahinin aşkına tutulmuş Simurg. Keskin gözleriyle avına süzülüşüne, duruşuna, uçuşuna kaptırmış kendini. Bütün kuşların hayranlık beslediği Simurg, Şahin’i seçmiş. Diğer dişi kuşlar kıskanmış Şahin’i. Ama en çok da küçük, güzel, tatlı bir güvercin kıskanmış. Küçük güvercin, Simurg’la Şahin’in uçtuğu kadar yüksekten uçamadığı için hep uzaktan izlemiş Simurg’u. Onu Şahin’le gördüğü her seferinde kıskanmış, ağlamış sessizce. Yüreği Simurg’un ölümsüz aşkıyla dolarken, ömrü acıyla dolmuş. Seszizce içine dökmüş gözyaşlarını.

Gel zaman git zaman, bir gün Simurg ormana gittiğinde bir bir kurt sürüsünün saldırısına uğramış. Saatlerce dövüşmüş Simurg. Yenememiş sürüyü. Yenilmemiş de. Öldürememiş hiçbirini. Ama ölmemiş de. Kuşlar ormanda bulmuşlar Simurg’un yaralı bedenini. Kartal ve Doğan Simurg’ı en yüksek tepedeki evine taşımışlar.

Şahin gelince, kanadı kırık Simurg’unu görmüş. Ağlamış… Günlerce, gecelerce ağlamış Şahin. Güneşin keskin ışıkları da geçmiş gözyaşlarından, ayın aydın dokunuşları da.

Aşağıda sessizce ağlayan biri daha varmış. Küçük güvercin, ölümsüz aşkıyla beraber, yalnızlığına hapismiş alçak ovalarda. Kanadı kırık sevdiğini görememek dertlerine yenilerini ekliyormuş. Ama en çok da, onun için başkasının ağlaması yaralıyormuş güvercini. Gündüzleri görünmez olmuş güvercin. Geceleri çıkar dolaşır, herkes uyurken yaşarmış. Kimseyi görmek istemezmiş.

Simurg, kanadı kırık yatmaya devam ederken; günler günleri, aylar ayları kovalamış. Şahin’in aklı yüksekteki bulutlara, keskin kayalara, etine dolgun tavşanlara takılmaya başlamış. Ağlamaz olmuş Simurg için. Gidince dönmez olmuş. Sonunda bir gün, kör bir akbabayla gidivermiş Simurg’un yanından. Simurg’a dönüp, son bir veda etmeden. Akbabanın koluna takıldığı gibi, ovaya inivermiş. Simurg sessizce izlemiş onların gidişini. Hiçbirşey söylememiş. Ertesi gün, ertesi gün, ertesi gün.

Günler sonra, Simurg’un içine akan ağıtlar, Simurg’un bedeninin bentlerini yıkmış. En yüksek tepeden öfkeli ama yaralı bir kuşun naraları yükselmeye başlamış.

Şahin’e yakılan ağıtlar Şahin’e ulaşmamış. Küçük güvercinin kalbindeki acıların üstüne akıvermiş. Simurg’a duyduğu ölümsüz aşkı hep içinde saklayan güvercin, en yüksek tepeye tırmanıp Simurg’u gözleriyle görmek, yaralarını sarmak, son bir kez olsun koklamak istiyormuş. Günlerce keskin yarlarla, yüksek kayalarla boğuşmuş. Her gün biraz daha yaklaşmış Simurg’un ağıt sesine.

Simurg’un acısı giderek artmış. Gözündeki yaşlar bitince; içindeki yangını soğutacak hiçbir şey kalmamış. Yaralı kanadıyla uçamayan Simurg, öfkesiyle kendini yakmış. Simurg’in aşkıyla ve düştüğü yerden kalkamamanın acısıyla kendisi tutuşturmuş. Yanmış, yanmış, yanmış… Günlerce öfkeyle ve acıyla bağırarak ağır ağır yanarak can vermiş yalnız başına.

Küçük güvercin, Simurg yanıp kül olduktan sonra tırmanabilmiş dağın tepesine. Sadece küllerini görebilmiş, kalakalmış güvercin. Ve sessizce ağlamaya başlamış. O ölümsüz sevdaya yakılan ağıtın ilk damlası küllerin üzerine düşünce, duman çekilmiş, ateş saygı duymuş güvercinin sevdasına. Kuru küller hayatını güvercinin gözyaşlarından almışlar. O hayatı alıp Simurg’a vermişler. Ve onu yeniden yaratmışlar.

Herkesin hayran olduğu Simurg küçük bir güvercinin ölümsüz aşkı sayesinde küllerinden doğarak geri dönmüş. Simurg anlamış ki; zor olan aşk için ölmek değil, yanan bedenlere, dumanı tüten küllere aşkıyla hayat verebilmektir.

Simurg kocaman ellerine almış güvercini. Sırtına yüklenmiş. En yüksek bulutun tepesine götürmüş. Demiş ki; “Kimin kimi sevdiği önemli değil; kimin kimi özlediği de. Senin o küçücük yüreğin; şu aşağıdaki bütün sevgilere, özlemlere, bütün duygulara bedel. Sen şu küçücük bedeninle, benden de daha güçlüsün. Büyüklüğünü geç farkettiğim için beni affet ve sana sunduğum sevgimi kabul et.”

Güvercin kabul etmiş Simurg’un sevgisini. Simurg bir yuva kurmuş bulutun tepesine. Ve hep katıksız, temiz bir sevgiyle sevmiş güvercini. Heybetli kuş, o küçük güvercine layık olmaya çalışarak geçirmiş ömrünü.

Simurg’un her canlıdan bir iz taşıdığı söylenmektedir. Ve tüylerinde her rengin barındığı. Kanatları altın ve kırmızı karışımı, vücudunun ve başının ise mor renkte olduğu. En garip söylentilerden biri yüzünün insana benzediğidir. Hakkındaki tüm efsanelerin en can alıcı noktası, ömrünün bir aşamasına geldiğinde, yaşadığı yer (evi) olan “Bilgi Ağacı” ile birlikte kendini ateşe vererek, kül olana kadar yanması ve küllerin içinden tekrar doğmasıdır! Bu nedenle Simurg ölümsüzdür. Tüm bu efsanevi özelliklerinin yanınsa canlılara en zor anlarda yardım ettiği ve kendine en fazla ihtiyaç duyulduğu zamanlarda ortaya çıkarak varlığını gösterdiği söylenir. Simurg ortaya çıktığında, onu görebilme şansına erişenlerin bir daha asla eskisi gibi olmadıkları da rivayet edilir. Simurg, dünyaların yıkılışları ve tekrar yapılışlarına şahit olmuştur. Bu nedenle bilgeliği akılların ötesindedir. Onun yer ile gök arasında birliği sağlayacağı söylenmektedir.

Tüm halkların kendilerine has farklı şekillerde ondan söz etmesi de son derece gizemlidir. Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg (Zümrüd-ü Anka yada batıda bilinen adıyla Phoenix), Bilgi ağacının dallarında yaşar ve herşeyi bilirmiş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.

Bir gün, bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan bütün kuşlar Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Simurg’un yuvası, Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için hepsi birbirinden çetin yedi vadiyi; istek, aşk, marifet, istisna, tevhit, hayret ve yokluk vadilerini aşmak gerekirmiş.

Kuşlar, hep birlikte uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalmış, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopmuş sürüden. Bülbül güle olan aşkını hatırlayıp geri dönmüş. Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış). Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını, balıkçıl kuşu bataklığını özlemiş…

Sayıları gittikçe azalmış. Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yokoluş”ta tüm kuşlar umutlarını yitirmiş. Kaf Dağı’na vardıklarında yalnızca otuz kuş kalmış.

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça “si”, “otuz” demektir, “murg” ise “kuş”. Otuz kuş aslında Simurg’muş Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; “Simurg-otuz kuş” demekmiş. Her biri bir Simurg’muş. 30 kuş, anlamış ki aslında aradıkları sultan kendileriymiş. Gerçek yolculuk, sadece kendine yapılan yolculukmuş.

Simurg beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürmüş.

İnsanlık da kendi küllerinin üzerinden yeniden doğabilmek için kendini yakmadıkça, birer Simurg olmayı göze almadıkça; bataklığında, tüneğinde ve kafesinde yaşamaktan kurtulamayacaktır.